Sanayide Maden Panelleri Kapsamında düzenlenen 4. webinar “Altın” konu başlığı ile gerçekleştirildi. Webinar, İstanbul Maden İhracatçıları Birliği ve Dünya Gazetesi iş birliği ile gerçekleştirildi. Panele İstanbul Maden İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Dinçer, Altın Madencileri Derneği Başkanı, TMD II. Başkanı ve Tüprag AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Yılmaz, Yurt Madenciliği Geliştirme Vakfı Başkan Yardımcısı ve Tümad Madencilik Genel Müdürü Hasan Yücel, İstanbul Mücevherciler Kuyumcular ve Sarraflar Derneği Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Yıldırımtürk, E. İstanbul Altın Borsası Başkanı Osman Saraç katılım gösterdi.
Mehmet Yılmaz madenciliğin irdelenmesinin bilginin doğru kişilere ulaşması açısından büyük önem arz ettiğini kaydederek sözlerine başladı. Yılmaz hem altın madenciliğinde hem de genel olarak madencilikte en çok ihtiyaç duyulan konunun doğru bilgiyi aktarabilmek ve insanların bilgi sahibi olduktan sonra fikir sahibi olmasını sağlayabilmek olduğunu belirtti.
Hayatının 35 senesini altın madenciliğine verdiğini hatırlatan Yılmaz, altın madenciliğinin her halini görmüş bir jenerasyona tabi olduğunu aktardı. Her türlü bilgiye ulaşmak ve bilgiyi elde ettikten sonra onun ile ilgili yorumu veya beklentileri ortaya koymak yerine her alanda olduğu gibi altın madenciliği ve siyanür konusunda da birileri benim yerime okumuş yada karar vermiştir gibi bir gerçek olduğunu belirten Yılmaz şu ifadeleri kullandı: ”Toplumda insanlara siyanür nedir diye sorulduğunda formülünü, nedir neden oluşur, nasıl çözünür? gibi detayları bilmek zorunda değiller ama Türkiye dışında kullanılır mı nedir bunun iç yüzü diye sorulduğunda birçok kişi öldürür, kralların yüzüğünde vardır içer ölürler gibi bilgileri bilirler bundan çok da ötesini göremezsiniz. Ancak herkes bu işin ilmini yapan bir profesör gibi özgüvenli bir şekilde kalkıp her şeyi ifade edebilir.“
Altın madenciliğinin siyanüre olan kısmına bakıldığında normal koşullarda diğer madencilik faaliyetlerinden hiçbir farkı olmayan delme patlatma kazma, yükleme, kırma faaliyetlerinin görüleceğini belirten Yılmaz, son aşamada kullanılan siyanür konusunda ise şu bilgileri verdi: “Altın madenciliğinde siyanür kullanmaya başlanmasının tarihi 130-140 yıl önceye gidiyor. Bu zamanlarda amalgamasyon ile altının çöktürülmesi ve elde edilmesi yürütülürken yeni bir teknoloji olarak özellikle düşük tenörlü madenlerde siyanür kullanılmaya başlandı.
Siyanür prize parmağınızı sokmak ile eşit oranda değerlendirilebilecek riske sahip. Eğer prize parmağınızı sokarsanız sizi çarpar ama kontrollü bir şekilde kullanıldığı taktirde teknolojide ve proseste son derece güvenli bir şekilde bu düşük tenörlü cevherilerin ekonomiye kazandırılmasında bence bulunmuş ve bizim önümüze gelmiş önemli fırsatlardan bir tanesi olduğunu düşünüyorum.
Siyanür karbon ve azottan oluşuyor. Doğal yaşamda güneş ışığına maruz bırakıldığında da kendi kendine çok hızlı bir şekilde bozunabilen ve tabiat tarafından kabul edilebilir limitlerin altına çok çabuk düşebilen bir kimyasal. Fakat biz burada zaten doğal bozundurmaya maruz bırakmak zorunda kalmadığımız aşamalarda kimyasal metotlarla o bozunma süresini çok daha kısaltıp çok kısa bir süre içerisinde bunu bozundurabiliyoruz. “
Siyanür konusunun altın madenciliğinde ön plana çıkan bir unsur olarak görülmesine rağmen Türkiye’de yaklaşık 200 milyon ton siyanür ve türevleri tüketildiğini ancak altın madenciliğinin oranının yüzde 1-2’ler seviyesinde olduğunu belirten Yılmaz, sözlerine şu şekilde devam etti: “Türkiye’de altın madenciliği 2000’li yıllarda Ovacık Madeni ile başladı. Bu yıllarda ülkemizin altın üretimi sıfırdı. Biz siyanürle 2000’li yıllardan sonra tanıştık. Bizim gördüğümüz bu zor yolda artık toplumda bu konu ile daha tanışık hale geldi. Türkiye faaliyette olan 3’ü yan ürün olarak elde etmek üzere toplam 18 altın madeni var. Eskiden olduğu gibi artık siyanür buraları yok edecek, doğayı mahvedecek gibi hurafeler gerçek yaşamda hayata geçmediği, bu madenlerin etrafında böyle bir olgunun var olmadığı görüldüğü için siyanür konusunda eskiye nazaran biraz daha kendimizi daha iyi anlatabilir pozisyona geldik.”
Yılmaz sektörde nasıl yol alabildikleri soruya istinaden şu bilgileri verdi: “Yol alabilmemizin temel unsuru yöre halkı ile ilişkiler konusunda uyguladığımız 4 temel halkamızdır. Yöre halkı ve yörenin seçilmişleri, devletin ilgili kurumları, sivil toplum örgütleri ve basın ile aynı anda ve aralık vermeksizin, bilgiyi doğru yere akıtarak toplumun tabanlarına inmek için çalışıyoruz. Fakat biz burada şunu da gördük. Aslında en büyük güç emekten gelen güç. İş gücünüz ne kadar genişlerse ve bu iş gücü içerisinde insana ve çevreye verdiğiniz önemi çalışanlarınız ile birlikte bulunduğunuz topluma yayabiliyorsanız bu işte o kadar kolay yol alabiliyorsunuz demektir. Bu konuda medyanın önemi de çok büyük. Medya eğer doğru bilgiyi alıp aktarabiliyorsa biz burada medyanın etkisini çok olumlu olarak görüyoruz.“
Altının Türkiye’nin ekonomisinin içerisinde makroekonomik bir unsur olarak görülmeye başladığını kaydeden Yılmaz, altının ekonomimiz için önemini şu şekilde aktardı “2020 yılında 25 milyar dolarlık altın ithal etmişiz. Ekstra bazı durumlar olduğu değerlendirilebilir ama aslında bu sene her ne kadar altın ithalatı düşük görünüyor olsa da Merkez Bankası verilerine baktığınızda yılın başında 580 ton olan altın rezervi varken şu anda 391 ton rezervimiz var. Aslında Merkez bankası piyasanın ihtiyacını dışardan almak yerine bizim gibi üreticilerin ürettiği altını TL ile alıp kasasına koyup oradan iç piyasanın ihtiyacını karşılıyor gibi görünüyor. Bizim ekonomimiz içerisinde altın makroekonomik bir unsur. Peki bu durumda biz ne yapmalıyız? Bizim ürettiğimiz altın piyasanın talebini karşılayamadığı için rezervden karşılanıyor. Türkiye’nin 6500 ton gibi müthiş bir potansiyeli var
Potansiyel demek biz binanın içerisinde bir odada altın olduğunu biliyoruz ama binanın hangi odasında hangi çekmecede bilmiyoruz demek. 1500 ton altının nerede olduğunu biliyoruz ve zaten üretime amade etmiş durumdayız. Bu 5000 tonu bulup üretime geçirebilmemiz için bizim risk sermayesini aramalara aktarabilmemiz gerekiyor. Bu risk sermayesi için de hem Know-How’da hem de finansal güçte diğer büyün sektörlerde olduğu gibi bizim de yabancı yatırımcıya ihtiyacımız var. Türkiye’de altın madenciliği sektöründe olan şirketler çok başarılı işler yapıyorlar. Yerli şirketlerimiz artık çok iyi şekilde uluslararası standartlarda üretim yapıyorlar. İnanın ki Avrupa Birliği’nde altın madenciliği yapılan ülkelerdeki standartların üzerindeyiz. Bizim 5000 ton altın potansiyelini hayata geçirme konusunda Know-How’a ve risk sermayesine ihtiyacımız var. Bizde halka açık maden arama ve üretim şirketleri olmadığı için Kanada ve Amerika’da yoldaki insanın getirip parasını yatırdığı şirketlerin parasını buraya aktarmasını sağlamamız lazım. Artık maden kanunumuz yerli yabancı ayırt etmiyor. Kim yaparsa yapsın vereceği devlet hakkı belli vereceği vergi belli standartları belli. Bizim bunun önünü açmamız lazım. Buralarda sıkıntılarımız var. Özellikle orman tarafında ciddi sıkıntılarımız var.”
2021 yılındaki altın üretimi ile ilgili Yılmaz: “Bu sene 40 tonun biraz altında düşüyoruz. Bu sene biz pandeminin etkilerini yeni görmeye başladık. Pandeminin etkileri 2020 yılında gözükmedi ama 2021 yılının üretiminde gözükmeye başladı. Tedarik zincirinde ciddi aksamalar oldu, girdi fiyatlarında artışlar oldu. Bunlar bazı dengeleri alt üst etti fakat 2022’de bir miktar artış bekliyoruz. Çünkü 2022 yılında Türkiye’de 5 yeni madenin açılacağı öngörülüyor. Bu 5 yeni madenden de eğer üretime girerse yaklaşık 50 ton altın üretimine yaklaşabileceğimizi düşünüyoruz. Tabi ki bunu bugünden net olarak söylemek mümkün değil bu bir perspektif.“ şeklinde bilgi verirken altın üretimini nasıl arttırabiliriz sorusuna ithafen: “Elimizde böylesine büyük potansiyel, böylesine genç enerjik jenerasyon, yetişmiş insan gücü, zengin bir jeolojik potansiyel de varken altın üretimimizi yıllık 100 tona çıkarmak mümkün ancak burada püf noktası beklemekte olan yaklaşık 20 tane projenin önünün açılması ve bu projelerin sağlıklı bir şekilde izinlerini alıp bu standartlara yürümesinin sağlanması gerekiyor.“ yorumlarında bulundu.
Çevre mi maden mi, sanayi mı orman mı gibi ikilemlere bizim ülke olarak tahammülümüz olmadığını belirten Yılmaz, insanı ve çevreyi gözeterek, gerekli önlemlerin alınarak gerekirse ekstra önlemler alınarak sürdürülebilir madencilik dediğimiz kavramı artık hayata geçirmemiz gerektiğini vurguladı.
Altını ya da kömürü olup üretmeyen ülke olmadığını hatırlatan Yılmaz, Avrupa Birliği’ndeki ülkelerin var olan altın kaynaklarını ürettiğini hatırlattı. Yılmaz aynı şekilde Almanya’nın kömür kaynaklarını değerlendirmek üzere çalışmalar sürdürdüğünü not etti. Yılmaz bir ülkenin yer altı kaynaklarının ülkenin dışa bağımlılığının ve kaynaklarının dışa akışının önüne geçen önemli bir unsur olduğunun altını çizdi ve ülkemizin kendi kaynaklarını ekonomimize kazandırılmak zorunda olduğunu vurguladı.
Türkiye’nin küresel üretimin yalnızca yaklaşık yüzde 1’ini gerçekleştirdiğini belirten Yılmaz, bu rakamın rahatlıkla yüzde 10’lara çıkabileceğini belirtti. Bunun yanında İnsanın faaliyet gösterdiği hiçbir alanda iş kazası riskinin sıfır olmadığını belirten Yılmaz, diğer sektörlere kıyasla madencilik sektöründeki çevre kazalarına bakıldığında rakamların çok daha düşük olduğunu belirtti.”
Altın madenciliğinin altının kalın çizgilerle çizilerek belirtilmesi gerek bir konu olduğunu belirten Yurt Madenciliği Geliştirme Vakfı Başkan Yardımcısı ve Tümad Genel Müdürü Hasan Yücel ise bu günlerde yaşadığımız ekonomik krizler, sıkıntılar, istikrarsızlıklar ve öngörüsüzlüklerin temelinin ülkenin sınırlı ekonomik kaynaklarına yani hammaddeye dayandığını belirtti. Yücel, altın madenciliği ile ilgili geride bıraktığımız süreci şu cümleler ile özetledi: “2000’li yıllara kadar ülkemizin altın üretimi sıfırdı. Bu tarihe kadar yabancı sermayeli şirketler ülkemizde arama yatırımları yaptı ve Türkiye’nin altın potansiyeli ortaya çıktı. 2000’den bugüne kadar da 18 tesis yaklaşık yılda 2,4 milyon dolarlık üretim gerçekleştiriyor. Türkiye’nin 6500 tonluk altın potansiyeli bulunmaktadır ki ben bunun çok daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Bununla ilgili son 20-25 yılda 2 milyar dolara yakın arama yatırımı, 5 milyar dolara yakın tesis yatırımı yapıldı.”
Altın madenciliğinin ülkemiz için önemli bir kaynak olduğunu ve toplum olarak bunu önemsememiz gerektiğini belirten Yücel, sözlerine şu şekilde devam etti. “Biz bu 6500 tonluk potansiyelin 1500 tonunu rezerve dönüştürebilmişiz yani üretim planlamasına sokabilmişiz. Geride yaklaşık 5000 tonluk yani 200-250 milyar dolarlık büyüklük daha duruyor. Bununla ilgili yaklaşık 10 milyar dolarlık daha yatırıma ihtiyacımız var. Hem arama yatırımına hem tesis yatırımına ihtiyacımız var. Ruhsatlar ve yer altı kaynakları kamunun olduğuna göre kamunun, kamu idaresinin, yöneticilerin, bakanlığın ve hükümetinde bu işi kapsamlı ve stratejik olarak sahiplenmesi, ileriye dönük planlamalar yapması, yatırım ortamını iyileştirmesi, kamuoyunda oluşan yanlış algıların giderilmesine katkı sunması çok önemli. Çünkü sonuçta bu kaynaklar kamunun ve kamu bu işi ne kadar iyi kavrarsa özel sektörle kafa kafaya vererek bu kaynakların üretime kazandırılması mümkün olur.”
2000’li yıllarda kamu oyunda farklı bir şekilde gündeme gelen altın madenciliğinin aslında ülkemizde çok üst düzey standartlarla icra edildiğini belirten Yücel, dünyanın en iyi tesislerine sahip olduğumuzu vurgulayarak madenciliğin sağladığı katma değer ile ilgili şu bilgileri verdi: “Dünyanın en iyi çevre ve sosyal standartla sahip tesislerimiz mevcut. Şu an 18 tesisimiz mevcut aslında son 20 yılda bu miktarda tesis açan çok fazla bir ülke yok. Bu açıdan bakıldığında çok karamsar bir tablo da çizmemek lazım. Ülkemizce altın madenciliği potansiyeline kıyasla yavaş ilerliyor ancak bu durum dünya da böyle. Çünkü kaynağı bulmanız yetmiyor. Sermayeye ihtiyacınız ve finansa ihtiyacınız var. Bir de bu standartlar sadece işletmelerdeki standartlar değil de bu işin finans kısmını çözecek rezerv geliştirme, çevre standartları, sosyal boyutu ile ilgili standartlar, raporlama ile ilgili standartlar bulunuyor. Bunlarla ilgili son 10 yılda baya bir yol alındı ve baya iyi bir noktaya gelindi. Biz kendi kaynağımızı ne kadar hızlı planlayıp üretilebilir noktaya taşırsak altın madenciliği ile ilgili önümüzdeki 20 -30 yıl için bir model ortaya koyabiliriz. Türkiye’de tabi diğer madenlerimiz de var. Yarattığı katma değer inanılmaz. Bugün bizim ihracatta yarattığımız katma değeri düşünün en yakın savunma sanayi bir kilogramlık ihracat için 50 dolarlık katma değer yaratıyor. Tekstilde 1 kg için 15 dolarlık katma değer yaratılıyor. Mücevher sektöründeki altının değeri hariç kg başına 600 dolarlık katma değer yaratılıyor. Üretim yaptığınızda ise bambaşka bir noktaya gidiyorsunuz. Sıfırdan yer altındaki bir kaynağınızı ekonomiye kazandırdığınızda kg başına 57.000 dolarlık bir katma değer yaratıyorsunuz. Önümüzdeki 20-30 yıl için 200-250 milyar dolarlık bir potansiyelden bahsetmiştik, bunun açacağı finansal alan da tartışmasız çok büyük. Bu boyutuyla baktığımızda topyekûn bu işe çok iyi sarılmalıyız. Bunu yaparken de kamuoyunu ikna etmeli ve hep beraber çalışmalıyız. Hükümetinde bu işe çok iyi sarılması lazım. Ülkenin bu potansiyeli ne kadar çok gelişirse buna paralel yarattığı katma değer ve sağladığı istihdam artış gösterecektir. Şu an faaliyetteki 18 tesis ile birlikte biz 12- 13 bin kişilik istihdam yaratıyoruz. Bu da artış gösterecektir. Türkiye bu açıdan şanslı çünkü altın her yerde bulunmaz. Ben altın madenciliğini Türkiye için çok kritik ve önemli bir sektör olarak görüyorum.”
Siyanür konusundaki çekincelere istinaden bilgi veren Hasan Yücel, siyanür kullanımından başka bir ihtimal olduğuna dair bir yanlış algı bulunduğunu ifade etti. Hangi madenin hangi yöntemle üretileceğini cevherin jeolojisi ve mineralojisi doğrultusunda karar verildiğini kaydeden Yücel, dünyadaki altın üretiminin yaklaşık yüzde 85‘inin siyanürle yapıldığının bilgisini verdi. Geçtiğimiz yıl itibari ile dünyada 3.500 tona yakın altın üretildiğini aktaran Yücel, bu altının yüzde 40’ını Çin, Rusya, Avustralya, Amerika ve Kanada’nın ürettiğini, Türkiye’nin ise 40 ton altın üretimi ile 22. sırada olduğunu belirtti.
Çevre konusunda büyük hassasiyet gösterdiklerini ve sürekli özeleştiri yaptıklarını belirten Yücel, sosyal ve çevre konusunun bu işin olmazsa olmazı olduğunu hatırlatarak ya madencilik ya çevre demeden bir denge kurulması gerektiğinin altını çizdi. Yücel, çevre ile ilgili hassasiyetlerimizi koruyarak üretimden vazgeçmememiz gerektiğini kaydetti.
Hükümetin Hedef koyduğu 100 ton altın üretimi hedefine çok hızlı bir şekilde ulaşabileceğimizi aktaran Yücel, Türkiye’nin 20 yıllık ortalama açığının 6-7 milyar dolar olduğunu hatırlatarak hedeflenen 100 tonluk üretime ulaşıldığı taktirde 5-6 milyonluk değer kazandırılacağını hatırlattı. Hedefin gerçekleşmesinin ülkemiz için çok büyük bir finansal alan açacağını belirten Yücel, altın üretiminin artmasının cari açığa üretime, istihdama, sanayiye, teknolojiye büyük faydası olacağını vurguladı.
2020 yılında dünyada altın madenciliğine 57 milyar dolar yatırım yapıldığını kaydeden Yücel, Türkiye’de ise bu rakamın 700 milyon dolar olduğunu aktardı. Maden aramalarına ise dünyada 2020 yılında 4,5 milyar dolarlık yatırım yapılırken Türkiye’de ise 40 milyon dolarlık yatırım yapıldığını belirten Yücel aramaların bu işin en kritik noktası olduğunu ve bu işe yatırım yapılması gerektiğini vurguladı.
Dünyadaki altın üretim maliyetlerinin 1500 -1600 dolar seviyelerine kadar çıktığını belirten Yücel, salgın sürecin artan maliyet artışı ile birlikte ülkemizdeki maliyetlerinin de 1000-1200 dolar seviyelerine çıktığını belirtti. Mehmet Yılmaz ise eklemede bulunarak yüzde 10-15 ek artış ile fiyatların 1500-1600 seviyelerine yükselmesini beklediklerini aktardı.