Sektöre dair gündemi değerlendiren Türkiye Madenciler Derneği (TMD) Yönetim Kurulu Başkanı Ali Emiroğlu, Cumhuriyet’in 100. yılı, ülkemizin maden potansiyeli, sektörün yaşadığı sorunlar, 12. Kalkınma Planı’nda madenciliğin yeri ve 4 Aralık Madenciler Günü ile ilgili sorularımıza cevaplar verdi.

Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere emanet ettiği Cumhuriyetimizin 100. yılını kutluyoruz. Başkanlığını yürüttüğünüz Türkiye Madenciler Derneği de Cumhuriyetin ilk döneminde kurulmuş son derece köklü bir kuruluş. Siz de Derneğinizin 75. kuruluş yıl dönümünü kutluyorsunuz. Türkiye Madenciler Derneği’nin 75 yıllık hikayesini bize özetleyebilir misiniz?

Yapılan arkeolojik çalışmalar madenciliğin Anadolu topraklarında başlayıp diğer bölgelere yayıldığını göstermektedir. Ülkemizin birçok bölgesinde antik dönemlerde işletilmiş demir, kurşun, bakır, altın, gümüş gibi birçok maden ocağı mevcut. Dünyada eşi bulunmayan güzellikte ve zenginlikteki antik kentler, antik mermer ocaklarından çıkarılan doğal taşlar ile yapılmış. Şunu çok rahat söyleyebiliriz ki Anadolu toprakları madenciliğin beşiğidir.

Anadolu coğrafyasında madencilik Osmanlı döneminde de devlet hazinesinin önde gelen gelir kaynaklarından biri. Madenler ordunun cephane ve para ihtiyacının karşılanması açısından da önemli bir yere sahip olmuş.

Cumhuriyetimizin kuruluş aşamasında madencilik sektörünün gelişmesi için yoğun bir çaba harcanmış. Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1 Mart 1922 tarihinde TBMM I. Dönem 3. Yasama Yılı Açılış Konuşmasında madencilik ile ilgili olarak şu ifadelere yer vermişti:

“…Topraklarımızın altında kullanılmadan duran maden hazinelerinin kısa sürede işletilerek milletimizin yararına sunulması gerekmektedir. Bununla birlikte, sadece ekonomik yararlanma amacı ile gerek madenlerimizde, gerek diğer ekonomik konularda, bayındırlık hizmetlerinde çalışmak isteyen sermaye sahiplerine Hükûmetimizce her türlü kolaylığın gösterileceği şüphesizdir…” Cumhuriyetin ilk yıllarında çok önemli adımlar atıldı. 20 Mayıs 1933 tarihinde kabul edilen 2189 sayılı yasa ile “Altın ve Petrol Arama ve İşletme İdareleri Teşkiline Dair Kanun” uygulamaya konuldu. MTA ve Etibank, Atatürk’ün direktifleriyle, 22 Haziran 1935 tarihinde kuruldu. Madencilik alanında atılım da MTA ve Etibank’ın kurulması ile başladı.

Türkiye Madenciler Derneği 1948 yılında kamu ve özel sektörünün birlikte kurduğu ilk sektörel örgütlenmedir. Bu yıl 75. kuruluş yıldönümümüzü kutluyoruz. 100 yıllık Cumhuriyetimizin 75 yılına tanıklık eden, bu süre boyunca madencilik sektörünün doğru şekilde gelişmesi için çalışan öncü bir sivil toplum örgütüyüz.

Atatürk’ün bize emanet ettiği Cumhuriyetimize nice yüzyıllar, Derneğimize de nice 75 yıllar diliyorum.

Ülkemizin maden potansiyeli çok büyük olmasına rağmen bu potansiyelimizi yeterince kullanamıyoruz. Bu potansiyelimizi neden değerlendiremiyoruz? Türkiye madencilik sektörünün önünde ne gibi riskler var?

Bu soru kesinlikle her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının kendine sorması gereken bir soru. Ulu Önderimiz Atatürk’ün bize vasiyet ettiği gibi ‘ülkemizi muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak’ istiyorsak bu maden kaynaklarımızı mutlaka arayıp, bulmalı, üretmeli ve devamında da ara ve uç ürünlere dönüştürmeliyiz. Bu, her şeyden önce bir yurttaşlık görevimizdir diye düşünüyorum.

Covid-19 salgını henüz bitmeden 2022 yılında başlayan Rusya-Ukrayna savaşı ve şimdi de binlerce sivilin katledilmesine neden olan İsrail-Filistin çatışması ve bunun bölgesel savaşa dönüşme ihtimali, Çin-Tayvan gerilimi ve dünyanın değişik bölgelerinde olan çatışmaları en önemli küresel riskler arasında sayabiliriz. ABD-Çin arasında küresel düzeyde ticaret savaşları, korumacılık tedbirleri, siyasi istikrarsızlıklar gibi unsurların hepsi de sektör açısından jeopolitik riskleri oluşturuyor.

Öte yandan iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılmasına yönelik alınan kararlar, özellikle sıfır karbon hedefleri kömür yatırımcılarını zorlamaya başladı. Ve tabii ki dünya ekonomisindeki durgunluk, enflasyon, faizlerin artması ve birçok ülkenin resesyona girmesi üretim maliyetlerini arttırdığı gibi maden fiyatlarının düşmesine neden oluyor ve madenciliği de olumsuz etkilemeye devam ediyor.

Ülkemizdeki risklerin başında ise yatırım ortamının yeterince iyileştirilememesinden kaynaklanan riskler geliyor ki bu bizim açımızdan çok daha can yakıcı. Biz yatırım güvencesini çok önemli buluyoruz. Maden yatırımları büyük bütçeli ve uzun vadeli ve riskli yatırımlar. Bu yatırımların gerçekleştirilebilmesi için her şeyden önce arama ve işletme ruhsatlarının güvence altına alınması gerekiyor. Yatırım güvencesi ve ruhsat güvencesinin olmaması, ruhsatlardaki iptaller, izinlerdeki gecikmeler veya ret kararları, alınmış izinlerin iptalleri yatırımcıları bu sektörden kaçırıyor. 13 yıl içinde arama ruhsat sayısı 35 binlerden 5 binler seviyesine geriledi. Bu durum aramalara ayrılan risk sermayesinin çok az olduğunu gösteriyor ve madenciliğin geleceği için alarm veriyor.

Bunun yanında aşırı yüksek ruhsat ve izin bedelleri bu sektöre yatırım yapılmasını engelliyor. Ülkemizdeki madencileri dünyanın en yüksek orman arazi izin bedellerini ödüyor. Dünyaya kıyaslanamayacak oranda yüksek (2 bin katına varan) orman izin bedelleri ödüyoruz. Bu durum, tenörü düşük madenlerin işletilmesini engelliyor ve projelerin fizibilitesini olumsuz hale getiriyor.

Bir önemli konumuz da yargı süreçleri. Madencilik davalarına bakacak ihtisas mahkemeleri olmadığı için hem dava süreçleri çok uzuyor hem de mahkemeler birbiriyle çelişen kararlara imza atabiliyor. Kurumlarca verilen izin belgeleri anlaşılamaz şekilde iptal ediliyor. Bu nedenle madencilik konusunda mutlaka ihtisas mahkemeleri kurulması yatırım güvencesi açısından son derece önem arz ediyor.

Tüm bunların yanı sıra çevresel ve sosyal risklerimiz de var. Dünyanın hiçbir ülkesinde madencilik faaliyetlerinin “çevre” faktörü göz ardı edilerek sürdürülmesi mümkün değil. Sorumlu madencilik anlayışıyla, faaliyetlerimizin doğaya ve ekosisteme olumsuz etkilerini kabul edilebilir en düşük seviyeye indirecek tedbirler uygulamak zorundayız. Öte yandan yerel halkın onayını almayan, yerel kalkınmaya destek vermeyen hiçbir projenin başarıya ulaşma şansı olmadığını da biliyoruz. Özetle çevresel ve sosyal riskleri iyi yönetebilirsek bugün kamuoyunda doğru bilinen yanlışları düzeltmek ve sektöre yönelik olumsuz algıyı düzeltme fırsatını değerlendirmiş oluruz.

Söyleşinin detayları Madencilik Türkiye Dergisi’nin 115.sayısındadır.

UYARI

Bu haber bir “Madencilik Türkiye Dergisi” haberidir. Her Hakkı Mayeb Ltd.’ye ait olup izinsiz olarak kopyalanıp yayınlanması suçtur ve yasaktır. Kaynak gösterilmeden kullanılması durumunda yasal işlem başlatılacaktır. Kaynak gösterilerek kullanılmak istenmesi halinde “Bu haber/makale Madencilik Türkiye Dergisi’nden alınmıştır” ibaresi ile birlikte haberin linki verilmeli, link de web sitemize yönlendirilmelidir.

Epiroc
Önceki İçerikKapeks, Düzenlediği Eğitimlerle Sektörün Gelişimine Katkı Sunmaya Devam Ediyor
Sonraki İçerikTÜMMER Başkanı Hanifi Şimşek: “Sektörümüzü Daha İyi Yerlere Taşıyabilmek Yegâne Amacımız”