Kritik mineraller, ekonomi için zaruri ihtiyaç olan ve arzında kesintiler yaşanabilecek minerallere denmektedir. Bir mineralin ‘kritikliği’, arz miktarı ve toplumun ihtiyaçları değiştikçe zamanla değişir. Örneğin sofra tuzu bir zamanlar kritik bir mineral olarak görülmekteydi (AGI, 2024). Günümüzde ise iklim değişikliği çağında ve iklim krizinin
eşiğinde; tüketim azaltımı, kaynak verimliliği ve sürekli inovasyon ile fosil yakıt tabanlı ekonomiden çıkıp düşük karbon ekonomisine geçmek kaçınılmaz bir gerekliliktir. Bunun için de yeşil teknolojilerin geniş çapta benimsenmesi gerekmektedir. Bakır, lityum, nikel, kobalt ve nadir toprak elementleri gibi mineraller, rüzgâr türbinlerinden elektrik iletim hatlarına ve elektrikli araçlara kadar birçok hızla büyüyen yeşil (temiz enerji) teknolojinin temel bileşenleridir.
Yeşil teknolojiler genellikle fosil yakıt tabanlı alternatiflerine kıyasla çok daha fazla miktarlarda minerale ve metale ihtiyaç duyarlar. Tipik bir elektrikli araç, geleneksel içten
yanmalı motorlu bir arabaya kıyasla 6 kat, bir deniz üstü rüzgâr santrali, benzer kapasitedeki bir doğalgaz çevrim santraline göre 13 kat daha fazla mineral kaynağı gerektirir. 2010’dan bu yana, yenilenebilir enerjinin yeni yatırımlardaki payının artmasıyla birlikte, birim yeni enerji üretim kapasitesi için gereken mineral kaynağı ortalama %50 artmıştır (IEA, 2023). Bir başka kritiklik gerekçesi ise otomobil üreticilerinin yeni elektrikli araç talebini karşılayıp karşılayamamaları, direkt olarak batarya minerallerinin yeterli ve erişilebilir arzına bağlıdır. Örneğin 2020 sayılarına göre 2030’a kadar lityum üretiminin %880, grafit üretiminin %900’den fazla artış göstermesi gerekmektedir (Mining2030).
Arz risklerinin yanı sıra, kritik minerallerin madencilik projelerinin çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) etkileriyle ilişkili de önemli riskler bulunmaktadır. ESG, bir şirketin gezegen
ve toplumla ilişkilerini nasıl işlettiğine dair bir standartlar toplamıdır. Çevresel kriterler (E), bir şirketin gezegenin bir koruyucusu olarak nasıl performans gösterdiğini ölçerken, Sosyal kriterler (S), bir şirketin çalışanlar, tedarikçiler, müşteriler ve içinde işletme faaliyetlerini ifa ettiği toplumlarla ilişkilerini nasıl yönettiğini incelemektedir. Yönetişim kriterleri (G) ise bir şirketin, paydaşlarının beklentilerini yönetim pratiğine ne kadar dahil ettiğini ölçer. ESG, çevresel ve sosyal bilinci yüksek yeni nesil yatırımcıların potansiyel yatırımları tarama, eleme ve seçmede kullandığı kriterleri gereği proje finansmanı ve iş sürdürülebilirliği açısından hayati önem arz etmektedir (CGI, 2024). EY’nin 2024 Madencilik İş Riskleri Anketine göre ESG riskleri, en öncelikli iş riski (art arda 5. kez) olarak belirlenmiştir (EY, 2024).
Maden sektörünün doğası gereği maruz kaldığı ve iş sürekliliğini tehdit eden ESG riskleri ve bunlara bağlı yükümlülüklerinden bazıları aşağıdaki gibidir:
1. Çevresel ve sosyal etkileri göz ardı etmek ve yatırım öncesi izin süreçleriyle sınırlamak, Sosyal Lisans almayı ve sürdürmeyi zorlaştırır. Bu durum toplumsal gerilimleri artırır, devlet kurumlarıyla ilişkileri zedeler. Toplumun desteğinin eksikliği ise yatırımları uzun vadede tehlikeye atabilir ve kısa vadede üretim kesintisi risklerini artırabilir.
2. İş Sağlığı ve Güvenliği eksiklikleri çalışan sağlığını etkileyebilir ve kısa vadede arz kesintilerine, orta vadede tedarik zincirlerinin kopmasına ve fiyatların etkilenmesine neden olabilir. Madencilikteki yolsuzluklar ve düzensiz iş ortamları, faaliyet durdurma, izin askıya alma ve kapanma gibi uzun vadeli iş risklerini beraberinde getirebilir.
3. Madencilik doğrudan iklim değişikliği risklerine maruzdur. Örnek olarak, kritik minerallerden lityum ve bakırın küresel üretiminin büyük bir kısmı su stresinin (kıtlığının) yüksek olduğu bölgelerde yapılmaktadır. Kıt su kaynakları için rekabet, yerel toplumların ihtiyaçları ile çatışabilir, kontrolsüz ve aşırı su kullanımı üretim sürekliliğini, projeleri ve küresel arzı tehlikeye atabilir.
4. Çatışma yaşanan veya yüksek riskli bölgelerdeki yeni kritik minerallerin tedarik riskleri göz ardı edilebilmektedir. Bu sorunlar lokasyon bağımsız ve dinamiktir. Bugün güvende görünen (yalıtılmış) tedarik zincirleri için bile iklim değişikliğine bağlı temiz ve yeterli su ve gıdaya ulaşma kaygılarıyla gerçekleşecek küresel göç hareketleri ve politik gerilimlere bağlı olarak gelecekte arz zorluklarına yol açabilir.
…
Detaylar Madencilik Türkiye Dergisi’nin 118.sayısındadır.