Türkiye’de madencilik her zaman dışa bağımlılığın azaltılabileceği, kırsal kesimde istihdam yaratılabileceği ve özellikle de yurtdışına giden kaynakların yurt içinde bırakılabileceği gibi seçenekleri gerçekleştirmek için en önemli sektördür.
Tarım, madencilik ve turizm ülkemizin kalkınmasında dışa bağımlılık olmaksızın kendi öz kaynaklarımızı harekete geçirerek katma değer oluşturabileceğimiz en önemli üç sektördür ve madencilik bunların başında gelen lokomotiflerden alan konumundadır. Yani eğer madenciliğimizi geliştirebilirsek hammadde ihtiyacı için dışarıya giden dövizimiz memlekette kalır, işsizliğin azaltılmasına, tarım dışı istihdamın artışına büyük destek olunur ve de hiç şüphesiz sanayideki hammadde ihtiyacı öz kaynaklarımızdan karşılanırken katma değer yaratılmış olur.
Kırsal kesimde, eğitim sağlık, çevre ve altyapıya en çok katkı koyan işletmeler maden işletmeleridir. Madencilik; köyden kente göçü engelleyen, köy nüfusunu artıran emek yoğun bir sektördür.
Bu noktada sürdürülebilir madenciliğin temel unsurlarına bakmak gerekmektedir. Bu unsurları eğer birlikte sayacak olursak az önce de söylediğim iş güvenliği, çevre, sosyal iletişim yani sosyal rıza, sosyal onay ve bunun yanı sıra da bunun etrafına geliştirerek koyabileceğiniz finansal şeffaflık ve etik bir çalışma yönergesi diyebiliriz. Ki biz bunların hepsine sürdürülebilirlik ilkeleri diyoruz.
Bizim şirket olarak da hep ortaya koyduğumuz, şirket anayasamızın birinci maddesi şudur; “Önce insan, sonra çevre, ondan sonra madencilik”. Önce insanı her gün sağ salim evinde gönderip, insanın yaşadığı çevreyi temiz tutup, onun sürdürülebilir bir şekilde devamını sağlamamız lazım. Son olarak da eğer madencilik yapıyorsak şeffaf, iletişimi tam, gelen şikayetlerin ciddiye alınıp değerlendirildiği açık bir iletişim ortamını sağlamak gerekir ki biz buna sürdürülebilirlik diyoruz. Bu da madencilik sektörümüzde son yıllarda gelişen önemli değerlerden bir tanesidir.
Türkiye, dünyada topraklarında en fazla potansiyel olarak altın ihtiva eden ülkelerden bir tanesi iken ve yine en fazla altın tüketen ülke iken, bir türlü altın üretimini hızlandıramamış bir ülkeydi. Ancak çok şükür Türkiye de artık altın üreten bir ülke haline geldi. Dolayısıyla bu kadar altın tüketen- ki bizim kuyumculuk sektörümüz oldukça gelişmiş olduğu için bu kadar altını dışarıdan alıyoruz ve dışarıya çoğunluğu mücevharat olmak üzere altın satıyoruz- bir durumdayken, potansiyelimiz de bu kadar yüksekken hiç şüphesiz var olan kendi altınımızı üretmek ithalat ve ihracat dengesine pozitif yönde katkı koyacağı çok açık ortadadır.
Fakat bu noktada, maalesef bunu üzülerek ve altını çizerek söylemeliyim ki, çevre argümanını kullanarak, bilimsellikten uzak düşünce yapısında gelişen organizasyonlar, ülkemiz için getireceği sonuçları umursamadan, kendi siyasi kimliğini parlatabilmek adına, siyasilerimizin bir kısmı tarafından fırsata çevriliyor ve kamuoyu bilgi kirliliğine boğuluyor.
Yazının devamını buradan okuyabilirsiniz.