“Sorumlu Altın Madenciliği Konferansı”, Dünya Altın Konseyi (World Gold Council) ve Altın Madencileri Derneği koordinasyonunda 16 Mayıs’ta Ankara’da gerçekleştirildi. Konferansta altın madenciliğinin çevreye duyarlılık-sosyal sorumluluk ve yönetişim boyutunda, uluslararası standartlarda nasıl yapıldığı ele alınırken, ülkemizin bu konularda ne durumda olduğu konusunda değerlendirmelerde bulunuldu.
Açılışta söz alan Altın Madencileri Derneği Başkanı Mehmet Yılmaz; altın madencileri olarak sürekli iyileşmeye ve eksikleri tamamlamaya çalıştıklarına vurgu yaparak konuşmasına başladı. Altın madenciliğinin diğer madencilik alanlarından çok da farklı olmadığını ama hassasiyet ve insanların sosyolojik, psikolojik ve ekonomik sebeplerden dolayı konuya olan bakışının her zaman çok daha farklı olduğunun bilincinde olduklarını aktaran Yılmaz şöyle devam etti:
“Dünya gelişiyor. Çevre, su, geri dönüşüm gibi konular artık insan hayatında, madencilik ve diğer sektörlerde çok etkin rol alıyor. Karbon emisyonun azaltmak zorundayız. Su tüketimini azaltmak durumundayız. Su geri kazanımını arttırmak durumundayız. Bunları bir araya getirdiğimizde sadece madencilik yapıp para kazanmak diye düşünürsek çok büyük bir yanlışın içerisinde giriyoruz. Onun için Dünya Altın Konseyi tarafındaki sorumlu altın üretimi bugün burada tartışılacak.
Dünya Altın Konseyi’nin bugünlerde üzerine çok çalıştığı “aXedras Projesi” var. Bu proje altının madende üretilip tüketildiği son noktaya kadar takibinin yapıldığı önemli bir projedir. Çünkü global ölçekte bu işin kara para, standart dışı üretim, farklı teknolojiler, madenlerde çocukların çalıştırılması gibi tarafları var. Bütün bunların takibi için şeffaflık prosedürünü getirmeyi amaçlayan sistem bizim için de çok önemli olacak. Bugünlerde dünyadaki büyük üreticilerin birçoğu bu işleri yakından takip ediyor. Bunlar ESG kapsamında çok önemli konu başlıklarıdır. Artık her şey şeffaf, ölçülebilir ve sonuçlandırılabilir bir prosedürün içerisinde olmak zorundadır.
ESG tam tercüme edilirse çevresel, sosyal ve yönetişimsel bir standardizasyonun kısaltmasıdır. Bu işin en tepesine, son zamanlarda yaşadığımız tecrübelere de bakarsak iş güvenliğini koymak zorundayız. Çalışanlarımız sabah iş yerlerine nasıl sağlıklı geliyorsa, akşam da sağlıklı bir şekilde geri dönmelerini sağlamak zorundayız. İş güvenliğinin içinde çevresel tedbirler de bizzat yer almaktadır. Yani insanı ve çevreyi gözetiyorsak, bütün bunları komple bir konsept içerisinde düşünmemiz gerekiyor. İşin açıkçası iş güvenliği ve çevresel hassasiyetlerin ana noktasında duran insanlar şirketlerin ta kendisidir. Bu noktada şirketleri yönetenlerin had safhada rol alması gerekiyor. Çünkü biz gördük ki liderler nasıl davranıyorsa oradaki ekip de liderin davranışına göre hareket ediyor. Yani biz baret takarsak, yanımızda çalışan arkadaşlarımız da baret takmayı kendilerine zorunluluk addediyor. İSG konularında liderliğin yanı sıra, eğitim ve bunun bir kültür olarak yayılması üç temel bacağı oluşturuyor. Bu üç bacağı oluşturamazsak maalesef sıkıntılarla, zorluklarla hep uğraşır durumda olacağız.
Çevresel konulara geldiğimizde de doğayı ödünç aldığımız ilk haline en yakın şekilde nasıl iade edebiliriz diye düşünürsek bizler, çalışanlarımızın tamamı da bu noktada had safhada hassasiyet göstereceklerdir. Yani pasa döküm sahasından, açık ocağından, yer altından veya liç alanından bütün bunlardaki teknik detaylara biz ne kadar hassasiyet gösterirsek, bizimle beraber çalışan ekiplerimiz de aynı raddede hassasiyet gösterip, bilimsel teknik metotları uygulamayı kendilerine hedef edineceklerdir. Bugün bizim sahalarımızın içerisinde tek bir konu yok: Proses var, kimya var, çevre kimyası var, su, toprak ve hava yönetimi, duraylılık vs… Bütün bunların hepsi multidisipliner bir yapı içerisinde kendisine yer bulmalı.
Sosyal boyuta gelince. Biz kamuoyuna kendimizi anlatarak önyargıları yıkmayı ancak doğru örneklerle daha başarılı hale getirebileceğimize inanıyoruz. Doğru örnek sayımız fazlaysa bu algıyı pozitife çevirebiliriz ama diğer yandan negatif bir olay bütün her şeyi tersine çevirip, bizi 15-20 yıl geriye atabiliyor. Bu anlamda, kamuoyuna kendimizi daha iyi anlatabilmek için benim 4 tanımım vardır: Yerel halk, yöneticiler, sivil toplum örgütleri ve medya. Bu dört halka birbirinden hiçbir zaman ayrılmıyor. Bir tanesini eksik bıraktığınızda maalesef işler tersine dönebiliyor.
Yönetişime gelince… Bana göre Türkiye’de dünya standartları ölçeğinde mevzuatlara sahibiz. Ancak bizim biraz desteklememiz ve biraz daha etkin olmamız gereken kısım, bu bir öz eleştiri de diyebilirsiniz, denetim ve insan anlamında kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. Benim insan konusunda hiçbir endişem yok. Uluslararası platformlarda, dünyadaki üniversitelerde sektör oyuncusu olarak bulunan arkadaşlarımızla, ülkemizdeki sektör içerisindeki tecrübeli arkadaşlarımızla denetim mekanizmasında kamuya yardımcı olup, bu konuda farkındalık yaratabileceğimize inanıyorum. Bu noktada denetimle bazı şeylerin önüne geçebilirsek, kendimizi kamuoyuna anlatabilme tarafında çok önemli bir iş yapmış olabileceğimize inanıyorum. Biz hep madencilikteki şu döngüden bahsediyoruz: Aramadan başlıyor, geliştirme, işletme ve kapanmayla devam ediyor. Hatta kapanma sonrasında da sorumluluklarımız devam ediyor. Kapatmayı takip eden yıllardaki malzeme davranışı, sahanın doğaya iade edilme planının doğru çalışıp çalışmadığının takibini de yapmamız gerekiyor. Tüm bunlara baktığımızda sadece madenci değiliz. Madenciyken çevre konusunda bilgi sahibi olmamız, atık yönetimi, geri dönüşüm, biyoçeşitlilik konularında da bilgi sahibi olmamız gerekiyor. Sadece maden alanında değil, maden alanının çevresindeki alanlarda da yapmamız gereken çalışmalar mevcut.
Bu anlamda sadece “İznimizi aldık, ruhsatı elimizde, artık bizi denetleyecek olanları bekleriz. O zaman da her şey doğruysa bizim işimiz biter” diyemeyiz. İnanın olay bu kadar basit değil. Kamu kuruluşlarından gelen insanlar 7/24 bizim başımızda durup beklemek zorunda değiller. Aldığımız izinlerin kendi kafamızda ve kendi vicdanımızda yerine oturduğundan emin olduktan sonra an be an onun sorumluluğunu üzerimizde taşımamız gerekiyor. Zaten ESG kredibilitesi de böyle oluşuyor.”
Yılmaz’ın ardından söz alan Dünya Altın Konseyi CEO’su David Tait tarihsel olarak jeopolitik ve ekonomik belirsizliklerin yatırımcıları altına yönlendirdiği ve bu eğilimin önümüzdeki dönemde daha da yoğunlaşmasının beklendiğini dile getirdi. Dünyanın dört bir yanında yaşanan çatışmalar, ticari gerilimler ve altmıştan fazla ülkede yapılan seçimler sonucunda ortaya çıkan belirsizliğe vurgu yapan Tait, insanların güvenli limanlara, yani altına olan talebini artırdıklarını söyledi.
“Altın sektöründe ve tedarik zincirinde sürdürülebilirlik ve şeffaflığın önemi yadsınamaz.” diyen Tait şöyle devam etti:
“Çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) konularına ilişkin endişeler son yıllarda daha belirgin hale gelmiştir. Dünya Altın Konseyi, bu endişeleri gidermek ve altın değer zincirinde şeffaflığı artırmak için Sorumlu Altın Madenciliği İlkelerini (RGMP’ler) geliştirmiştir. ESG alanındaki önemli riskleri ve fırsatları kapsayan RGMP’ler, sorumlu altın madenciliğinin günümüzde ne anlama geldiğini tanımlamaktadır. İlkeler arasında iklim eylemi, sağlık ve güvenlik, insan hakları, cinsiyet çeşitliliği ve tedarik zinciri bütünlüğüne yönelik taahhütler yer almaktadır.
Sektörümüzü küresel sürdürülebilir ve sorumlu kaynak kullanımı uygulamalarıyla uyumlu hale getirerek tedarik zincirinde şeffaflığı hayata geçirmek sektörümüzün geleceği için çok önemlidir.
Türkiye, insanların altına yoğun yatırım yaptığı bir ülke. Aynı zamanda hem altın üretiyor hem de rafine ediyor. Altın alım satım ve takas hizmeti veren Borsa İstanbul’da Kıymetli Madenler ve Taşlar Piyasası bulunuyor. Merkez Bankası likidite yönetiminde çok önemli bir role sahip. Çok önemli bir kuyumculuk ve mücevherat sektörü bulunmaktadır.
Dünyada altına olan talepte zaman zaman dalgalanmalar yaşansa da altın dün olduğu gibi bugün de kritik evrensel önemini sürdürüyor.
Gelişen dünyanın dinamikleri incelendiğinde altının varlığının salt bir emtia statüsünün ötesine geçtiği görülmekte; kültürel ve ekonomik olarak hayatımızın her alanında çok önemli bir role sahip olmaya devam etmektedir.”
Açılışta söz alan bir diğer isim de MAPEG Genel Müdürü Arslan Narin oldu. Narin de madencilik faaliyetlerinin insan yaşamı için son derece gerekli bir faaliyet olduğunun tüm kamuoyuna anlatılması gerektiği, konferansta ele alınacak konuların altın madenciliği açısından kazanç olacağını ifade etti.
Açılış konuşmalarının ardından konferansta aşağıdaki konularda sunumlar ve paneller gerçekleştirildi.
- Altının Geleceği – David Tait (Dünya Altın Konseyi CEO’su)
- Altın Piyasasına Bakış – John Reade (Dünya Altın Konseyi Baş Piyasa Stratejisti)
- Altın Madenciliği: Sürdürülebilirlik ve ESG – John Mulligan (Dünya Altın Konseyi Piyasa Gerçekleri ve İklim Değişikliği Lideri)
- Yığın Liçi: Tasarımı Uygulaması Denetimi – Jale Sakiyan Ateş (Tüprag Metal Madencilik Çevre ve Sürdürülebilirlik Grup Müdürü)
- Biyoçeşitlilik Uygulamaları: İvrindi ve Lapseki Altın Madenleri – Bilge Küçükaytan (Tümad Madencilik Entegre Yönetim Sistemleri ve Sürdürülebilirlik Müdürü)
- Altın ve İklim Değişikliği – John Mulligan (Dünya Altın Konseyi Piyasa Gerçekleri ve İklim Değişikliği Lideri)
- Altın Madenciliğinde Su Yönetimi – Ömer Kahraman (Tüprag Metal Madencilik Çevre ve Sürdürülebilirlik Uzmanı)
- Öksüt Altın Madeni’nde Uluslararası Siyanür Kodu Yönetimi – Pelin Usta Özkayhan (ESG Direktörü, Öksüt Madencilik)
Panel: Türkiye’de Altın Sektörü’nün Katma Değer Yaratmadaki Önemi (Moderatör: Kurtulus Taskale Diamondopoulos – WGC Merkez Bankaları ve Kamu Politikaları Direktör, Yiğit Korkmaz Yaşar – Hazine ve Maliye Bakanlığı Borç Yönetimi Genel Müdürü, Güzhan Gülay – Borsa İstanbul Genel Müdür Yardımcısı, Ayşen Esen – CEO İstanbul Altın Rafinerisi)