Madencilik sektörü, ülke kalkınması için hayati bir unsur olmasına rağmen, çevresel etkileri nedeniyle tartışmaların merkezinde yer alıyor. Özellikle popülist çevreci bakış açıları, madencilik faaliyetlerinin sınırlandırılmasını ya da tamamen durdurulmasını savunuyor. Ancak bu tür görüşler, sürdürülebilir kalkınmanın gerekliliğini ve toplumsal üretim süreçlerinin önemini göz ardı ediyor. Madencilikle çevre arasında çizilen ‘paradoksal’ tablo, gerçekte üretimle çevreyi birbirine rakip değil, tamamlayıcı unsurlar olarak değerlendiren daha geniş bir perspektife ihtiyaç duyuyor.
Madencilik ve Çevre: Gerçek Paradoks Nerede?
Madencilik ve çevre arasındaki ilişki, günümüzde sıklıkla çatışan iki kavram olarak sunuluyor. Madenciliğin doğaya verdiği zararlar, birçok çevreci harekete ilham kaynağı olurken, bu dar bakış açısı madenciliğin sürdürülebilir teknolojilerle uyumlu hale getirilebileceği gerçeğini gözden kaçırıyor. İleri teknolojiler ve çevre dostu yöntemlerle gerçekleştirilen bir madencilik sektörü, kalkınma ile doğayı barış içinde buluşturabilir.
Türkiye gibi doğal kaynakları zengin olan ülkeler için çevre koruma ile ekonomik kalkınma hedefleri karşı karşıya değil, uyumlu şekilde ilerletilmelidir. Uzay madenciliğinin, robotik
teknolojilerin ve yeşil ekonominin tartışıldığı bir dünyada, çevre dostu madencilik sadece mümkün değil, aynı zamanda zorunludur. Bu çerçevede, çevresel sürdürülebilirlikle uyumlu madenciliğin geliştirilmesi, popülist söylemlerden arındırılmış bir siyaset üstü vizyon gerektirir.
Cumhuriyet Vizyonu ve Türkiye’nin Potansiyeli
Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, daha o yıllarda madenciliği Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığı ve kalkınması için bir öncelik olarak görmüştü. Bu vizyon, bugün de geçerliliğini koruyor. Zengin doğal kaynaklara sahip bir ülkenin, bu kaynakları ekonomik gelişme için kullanmaması, gelecek nesillere bırakılacak bir miras eksikliği anlamına gelir. Doğru yönetim ve çevre dostu üretim modelleriyle, Türkiye sadece bölgesinde değil, küresel arenada da madencilik alanında öncü bir güç olabilir.
Ancak bu potansiyelin açığa çıkarılması, yalnızca ham madde ihracatına dayalı bir ekonomiyle sınırlı kalmamalıdır. Katma değerli üretim modelleri ve entegre tesisler, Türkiye’nin doğal kaynaklarını işleyerek daha yüksek ekonomik getiri sağlamasının anahtarıdır. Bu model, çevresel sürdürülebilirliği göz ardı etmeden, kalkınma ve refahın birbiriyle uyumlu hale getirilmesini sağlar.
Mevcut Yönetim Anlayışının Eksiklikleri
Türkiye’deki madencilik rejimi, iktidar ve muhalefetin çıkar hesaplarına kurban gitmektedir. İktidar, sektörü ekonomik bir kalkınma aracı olarak kullanmaya çalışırken, çevresel etkilerin yönetiminde yetersiz almakta; bu da toplumsal güven sorunlarına yol açmaktadır. Şeffaflık ve yerel topluluklarla daha güçlü diyalog, bu güven eksikliğini gidermeye yönelik önemli adımlar olacaktır. Ancak çevreyi gözetmeyen politikalar, sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle çelişir.
Muhalefet ise sıklıkla madencilik karşıtı bir popülist çevreci söylemi benimsemekte, bu da çözüm üretmekten uzak, sektörü tıkayan bir engel haline gelmektedir. Halbuki, çevresel koruma ile madencilik faaliyetlerini bir araya getiren stratejiler geliştirilmesi gerekir. Bu strateji, kısa vadeli siyasi çıkarların ötesine geçmeli hem çevresel hem de ekonomik sürdürülebilirliği öncelemelidir.
Yazının Devamı Madencilik Türkiye Dergisi’nin 122.sayısındadır.